top of page
BİR ÇİFT ÇOCUK GÖZÜNDE GÜNAHLAŞAN KELİME ! ! !
 
Güneşin aydın ve göz alıcı parlaklığının yerin yüzüne, yerin en derin yerine ve yer altında ve yer üstünde yer alan insana ışınlarını ve ısısını en dik ve en ateşîn açıdan yansıtmakta olduğu sarımsı, bunaltıcı, boğucu, sıkıntı yüklü ve yükleyici havasını solumakta dahi yüreğimi yoran bir daralmışlık hali içindeyim… İçime aldığım hava geçtiği ve indiği her yerimde ölü, suskun ve kıpırtısız bir iz bırakmakta…

İçimde uyku ile uyuÅŸukluk arasında gel gitler, iniÅŸler ve çıkışlar arsında sıkışan ve ruhumu sıkıştıran ağır sıkıntının, ağır boÅŸluÄŸun, ağır tembelliÄŸin ve ağır çatışma halimin hava ÅŸartlarınca benden havaya, havadan bana anlatımına ve aktarımına benzer bir durum yaÅŸadığım…. 

Yaşadığımı sandığım…

Necip Fazıl’ ca ses baygın, renk dalgın ve ışık süzgün ; belirsiz bir semte insanlık sürgün…

Çenemin dayalı bulunduğu, balkonun beyaz yağlı boya demir parmaklıkları üstünde havanın, ağır sıkıntımı ağırlaştırdığı hissiyle gözden geçirmekteyim çevremi, baygın ve solgun bakışlı gözlerle…

Sessiz, hareketsiz, gürültüsüz, insansız, hayvansız, içim kadar boş ve tozlu parke taşlarıyla döşeli sokağın tozlu, solgun, ölü ve bükük yapraklı ağaçlarına ilişiyor gözlerim, onlara takılı kalıyor yarı kapalı gözler altında kalan bakışlarım…

Bedenimin uzuvları kadar hareketliliğini, canlılığını ve güzelliğini yitirmiş bulunuyor her bir yaprağı…

Havanın hararetini kayıtsızlıkla karşılayan tek tarafı sanırım ağacın gövdesi…

Sert, dik ve güçlü….

Yüreğimin, zihnimini, duygularımın ve benliğimin sancılı, sıkıntılı tüm ateşîn havasını şu ağacın gövdesi kadar güçlü bir duruşla karşılamalıydı ruhum…

Karşılayabilmeliydi…

Ruhumu rahatsız, sağlıksız ve ilgisiz bırakmış bulunmanın rahatsızlığı içinde hücrelerim…

‘’ Canım ‘’ ağrıyan, acıyan, acıtan yanımda…

Yani ruhumda…

Ruhumun en yakın menfezinde…

Ruhuma yakın kısımlarımda…

Dağılan, eriyen, dumanlaşan, buharlaşan, bölünen, parçalanan ve yarılan her bir parçamda ayrı ayrı…

Ahh…

Baş döndürücü, hareket kabiliyetimi kısıtlayıcı bir yorgunluk…

Sözlerim, kelimelerim, cümlelerim, kendimi ifade biçimim kadar kesik, yarım, ham, lezzetsiz ve dağınık bakışlarımla sürdürmekteyim gözlemimi…

_ Şımo, eşşeksey oğlım…

Sesinde kabalığın her rengini ve tonunu, her tınısını duyabildiğim bir erkek çocuğunun gürültülü sesine ve sözlerine dikkat kesildi duyularım… Sıcaklığını hissettiğim demir parmaklıklar üzerinden kaldırdım çenemi… İlgimi her yaşta, boyda ve ebatta bir grup çocuğun üzerinde yoğunlaştırdım ardından… Boyca uzun ve yaşça büyük olduğu, boyca kısa ve yaşça küçük çocuklar arasında anında hissedilen ve fark edilen çocuk, çocuklardan birine şunları söylemekteydi ;

_ La oğlım, eşşek olma la… Bi kere vurım oğlım… Hem sılleyi ye hem piskiviti la…

Yüzünün teninde yer yer koyu çizgili lekerin, belki de kirin bulunduÄŸu büyük erkek çocuÄŸun, yanakları dolgun, küçük çocuÄŸun yanağına bir tokat indirme gayreti içinde bulunduÄŸunu, küçük çocuÄŸu tarafından rızasıyla tokatlanmaya ikna etme gayretiyle nefes tükettiÄŸini anlayamamıştım ilk anda… 

_ La oğlım, görürsey sen… Şindi dükkenden biskivit alacağam, siye de bok verecağam… Görürsey oğlım… Gel oğlım Reşşo, siye vurım…

Bu sözlerin sahibi çoçuğun arzulu, sabırsız ve istediğini gerçekleştirme heyecanıyla yanan sönen gözleri buluşuyor gözlerimle… Donduruveriyor sıcacık damarımda akan kanımı bu gözlerin içine yerleşen ürkütücü ifade… Bir canı, masum ve canı acıtılması lüzumsuz bir canı acıtma arzusunun heyecanı… Bu heyecan dolu ve heyecan kokulu arzuya icabet etmesi istenen çocuk biraz ürkek, minik eli sağ minik ve dolgun yanağına kenetli, gözleri yerin üstünde takılı dönüyor büyük çocuğa yüzünü…

Büyük çocuğun elleri bir maden, bir inşaat işçisinin elleri kadar bakımsız, sertçe, çatlak ve büyükçe… Ömrünün son demleri içinde yaşamı anlamlandıran, yaşamın anlamına eğilen, tarihin canlı tanığı yaşlı ve bilge bir insanın elleri kadar ağırca, buruşukça ve ölgün…

O el kendinden beklenmeyen bir hızla ve çeviklikle küçük çocuğun sol yanağında acılı, iç burkucu, yürek titretici bir ses yayıyor sokağın ve ruhumun boşluğuna…

Küçük çocuğun açılan gözlerinde bir buğulanma…

Büyük çocuğun gözlerinde rahatlamışlığın, kendine gelmişliğin, istediğini gerçekleştirmişliğin tarifsiz doyumu ve iblisî pırıltısı…

Küçük ve topluca ellerini sol yanağına bastırıyor küçük çocuk bu defa… Acısını bastırmak istercesine adeta… Yanağında oluşan karıncalanma ve kaşınmadan olmalı ki ardından kapalı gözlerle omuzu üzerinde ileri geri hareket ettiriyor yanağını, saf, nezih, mukaddes ve mazlûmane bir kırgınlığa dönüşen, utanca boğulan görüntüsü eşliğinde, kömür karası dolu, dopdolu gözlerle…

_ Agfferın oğlım reşşo… Gördi oğlım şımmo… Gel la… Gözüme girdi, şindi giderağ, biskivit alırağ, yeriğ la… Bi kere daha vurım mı reşşo ?

Daha ÅŸiddetli bir arzuyla ateÅŸlenen bakışlarını, inatla sabit kılmıştı küçük çocuÄŸun üzerinde… 

Küçük çocuk isteksizliğini, korkusunu iletmek istercesine yöneltmişti bakışlarını büyük çocuğun sinsi ve sırıtkan gülüşüyle sevimsizleşen yüzüne ve gözlerine…

Büyük çocuk garip bir zevkle, ısrarla ve tükenmişlik edası içinde çocuğu ikna etme eylemini sürdürüyordu maharetle… Elinde cebinden çıkardığı irili ufaklı kirli madenî paraları tutarak ;

_ Oğlım ma biye inanmisen ? Aha para, alacağam oğlım… Gel vurum la…

Küçük çocuk büyük çocuğun elindeki paralardan ayıramayarak bakışlarını, istediği şekilde tokatlanmayı kabullendiği mesajını iletti büyük çocuğa, dudaklarını konuşmak için kıpırdatmadan…

Öncekinden çok daha acımasızca ve sertçe bir tokat daha indirilmişti küçük çocuğun öteki dolgun yanağına…

Küçük çocuğun yüzünde hiçbir insanın yüzünde görmediğim garip, acınası bir gülümseme…

Gülümsemesi için geçerli ve tutarlı bir nedeni bulunmuyordu oysa…

Canının acıdığı çok, çok aşikârdı…

Zorakî, acısını iç güdüsel bir hisle ve hareketle gizlemeye çalışan gülüşü, gizleyememişti acıyla irileşen, yüreği kadar büyüyen kömür karası göz bebeklerindeki hüznü…

Gözlerinde derin, hummalı bir ateş için için yanmaktaydı…

Derin, hummalı, ezici bir ateş için için içimi yakmaktaydı…

O büyük ve küçük çocuÄŸun bilinçaltını ve bilinçüstünü ÅŸekillendiren deneyimlerinin tamamını, düşünebilmelerini, karar verebilmelerini ve eylemde bulunabilmelerini mümkün kılan, bilinç ve bilinçaltı ilkelerininin ve kurallarının tüm özelliÄŸini bilmeyi ve anlamayı arzu ederdi yüreÄŸim… 

Büyük çocuÄŸun ateÅŸli ve ÅŸiddetli, arzuyla ateÅŸlenen hiddetli arzusundan daha ÅŸiddetli bir arzuyla… 
 
bottom of page